29 Eylül 2010 Çarşamba

TATSIZ GERÇEKLERİN FİLMİ:YUMURTA


Bir sahne ile "Yumurta"
Yükleyen hakanipek6

YAZIYI OKUMADAN ÖNCE VİDEOYU İZLEYİNİZ


İzleyicinin büyük çoğunluğu tarafından sevilmemesinde şaşılacak bir şey yok.Çünkü Yumurta,oldukça tatsız gerçeklerden bahsediyor.Ayrıca katılıma davet ediyor seyirciyi.Manüpülasyon yapmıyor,heyecanlı,sarsıcı olmak için kendini zorlamıyor.Filmin meramı olan o tatsız,tuzsuz gerçekler,gündelik hayatın hayli sıradan sayılabilecek olguları içinde sunuluyor


“Yumurta” Semih Kaplanoğlu’ nun çok tartışılan filmiydi.Siyad ödüllerinin tamamını kazandıktan sonra,medyada -genelde sinema yazarı olmayan- kimi yazarlar “seyircinin beğenmediği,anlaşılmaz ve sıkıcı” olduğunu söyledikleri böyle bir filme neden bütün ödüllerin verilmiş olduğunu anlamadıklarını söylüyorlardı.Gelgelelim meslekten eleştirmenlerin çoğu yere göğe sığdıramadı bu filmi.Üstelik altın portakal ve yurtdışı festivallerde beğeni ve çeşitli ödüllerle karşılandı.Bugün artık Semih Kaplanoğlu dünyanın en önemli ödüllerden biri olan Berlin Altın Ayının sahibi durumunda.Üstelik Yumurta’nın da içinde olduğu “Yusuf Üçlemesi”nin son filmi Bal’a bu büyük ödül verildiğine göre,Yumurta’nın da bu ödülü kazanmış olduğunu söylemekte bir sakınca yok..Belki de bu ödül,ülkemizde sinema sanatının biraz daha ciddiye alınmasına neden olabilir.

İzleyicinin büyük çoğunluğu tarafından sevilmemesinde şaşılacak bir şey yok.Çünkü Yumurta,oldukça tatsız gerçeklerden bahsediyor.Ayrıca katılıma davet ediyor seyirciyi.Manüpülasyon yapmıyor,heyecanlı,sarsıcı olmak için kendini zorlamıyor.Filmin meramı olan o tatsız,tuzsuz gerçekler,gündelik hayatın hayli sıradan sayılabilecek olguları içinde sunuluyor.İzleyicinin zihin ve dikkatinin aktif bir şekilde filmi anlamlandırmasını,bırakılan boşlukların doldurulmasını,filmi izleyenin filmi yeniden yaratmasını talep ediyor.Bütün bunlar, günümüz ticari sinemasına ve trendlerine hiç de uymayan şeyler.
Tipik bir Anadolu kasabası olan Tire’de yıllardır ziyaret edilmemiş bir annenin ölümü nedeniyle geçirilen birkaç gün.Annesinin ölümü nedeniyle aslında bir daha adım atmak istemediği doğup büyüdüğü yerleri görmek ve buralarla yüzleşmek zorunda kalan bir yazar…Pespaye görünümlü giyimi ile büyük şehirde değil orada yaşlanmış birine benziyor Yusuf.Ondaki asıl değişim,dış görünüşünde değil,içsel dünyasında,ruhunda olmuştur ve Yumurta filminin bütün derdi bu değişimi anlatmaktır.Daha doğrusu anlatılması neredeyse imkansız olan bu değişimi ,sezdirmek…Bunun için bir takım simgesel anlatım yollarına başvurmak zorunda kalır…Rüyalar,çağrışımlar,izlenimler gibi.Mesela bir sahnede ,veraset ilamı için TC kimlik numarası gerekmiştir .Yusuf’un kimliği yanında olmadığından İstanbula telefon etmesi gerekir.Ama avukatın yazıhanesinde telefon çekmez.Bir avluya çıkar.Orada bir urgancı yün yumaklarını eğirmektedir.O sırada Yusuf,epilepsi hastası olduğunu düşündürecek şekilde düşüp bayılır.Aslında onun içinde, geçmişi,tıpkı o yün yumakları gibi açılıp çözülmeye başlamıştır.Düş mü gerçek mi belirsiz bir sahnede,kendini bir kuyunun içinde bulur.Bastırılmış anılarının kuyusuna düşmüştür.Bir alt üst oluş nedeniyle bilinçdışında uyuklayan şeyler,su yüzüne çıkmaktadır.

Film bu tür simgelerle örülüdür.Ancak bu simgesel katmanları inşa ederken ,alegoriye ya da gerçeküstücülüğe sapmak istememiştir Kaplanoğlu.O bunları gündelik yaşamın sıradan olayları gibi sunmayı yeğlemiş,bunların alt metin olarak okunup anlamlandırmasını seyirciye bırakmıştır.Bu nedenle benim burada yaptığım yorumlar,filmi açıklamak değil,hikayeyi yorumlamak ,yeniden üretmektir.Film farklı bir bakış açısı ile farklı bir anlam kazanacaktır.İşte bu yüzden,filmi anlamadıklarını söylemekle kalmayıp , anlamsız olduğunu ilan etmeye varanlar,Yumurta’yı sevdiğini söyleyenlere yönelttikleri,“haydi ne anlatılıyorsa anlatın da biz de öğrenelim!” sorusu da yanıtsız kalmaya mahkumdur…
Bu filmin son sahnelerinden biri üzerinden,filmi anlamlandırmak, sinemamızın en çarpıcı sahnelerinden birini yorumlayarak sinemayı sanat yapan şey üzerine düşünmek bu yazının amacı.(bu sahneyi izlemek için videoya tıklayabilirsiniz)Sondan bir önceki sahnedir bu...Yusuf’un annesinin istediği kurban kesilmiş,adak adanmıştır.Ayla’yı evine bıraktıktan sonra otomobili ile bir bağ evinin önüne gelir.Başını direksiyona yaslayıp uykuya dalar.Sonra alıp başını,tıpkı filmi açılış sekansında annesinin gittiği gibi ağaçlıklara doğru gider.Akşam olmaktadır.Bir davar sürüsü ile karşılaşır.Aniden bir çoban köpeği tarafından yere yıkılır.Köpek onu ısırmaz ,ama rehin almış gibi başında bekler.Gece olur,köpek hala başındadır.En küçük hareketini gördüğünde hırlamaya başlar.Bu durum sabaha kadar sürer gider…Bir ara Yusuf ağlamaya başlar çaresizce.Sonra durumu kabullenip uykuya dalar.Uyandığında köpeğin yanından ayrılmış olduğunu görür.
Gerçek mi yoksa rüya mı olduğu belirsiz bir sahnedir bu.Aslında bunun bir rüya olduğunu öne sürsek de,gerçek bir olay olduğunu söylesek de durum değişmez.Bu sahnenin önemi Yusuf’un o an sürüklendiği ruh halinin bir metaforu olarak filmin dokusunda yerini almasıdır.Filmin önümüze koyduğu puzzle’ın parçalarından biri olarak,kahramanın iç dünyasına giden bir yol işareti olarak yorumlanmayı beklemektedir.Ancak izleyicinin yorumlaması ile anlamına kavuşacak,fakat bu arada ,filmin dış hattında bir delik açıp izleyicinin kendisine mal olacak bir yol işareti.
O çoban köpeği,Yusuf’un kendisini asla ait hissetmediği halde kendisine ait geçmişi barındırması nedeniyle atılıp satılması mümkün olmayan Tire kasabasını mı temsil etmektedir?Yoksa Yusuf’un koptuğu geçmişi ile bu günü arasında bir bağlantı kurmaya çalışıp bunu başaramayışını mı temsil etmektedir?Muhtemelen annesine karşı görevlerini yerine getirmemiş olması nedeniyle yaşadığı suçluluk duygusu ya da vicdan azabıyla ilgili bir sahnedir bu.Çoban köpeği, o son derece akıllıca davranışı ile Yusuf’un aklını ve sağduyusunu mu temsil etmektedir?Gerçekten de bugünü ile geçmişi arasında kaybolup gitmesini engelleyen bir psişik güç gibidir köpek.Yusuf’un ,Annesi gibi ağaçlıklara doğru ilerlemesi,Ondaki ölme isteğinin bir işareti olabilir mi?Köpek,yani hayatta kalma isteği ona engel mi olmaktadır?Belki bu yorumların hepsi doğrudur,belki bu yorumlar,filmin açtığı bu kanaldan yola çıkılarak geliştirilebilir.Ancak yine de,bu sahnenin imkansızlıkla,elden bir şeyin gelmemesi ile ilgili olduğu kesindir.Günümüz aydınının E. Said’in benzetmesiyle “sürgün,marjinal ve yabancı “hali ile,köksüzlüğü ile ilgili varoluşsal durumun fotoğrafı gibi,kendi adıma çok ağrılı/sızılı bir şey olarak durmaktadır gözlerimin önünde.
Son sahnede kahvaltı yaparken,Ayla ona pişmiş bir yumurta uzatır.Geçmiş ile gelecek arasında köprüler kurup o köksüzlüğün üstesinden gelmek olanaksız olsa da,yine de bir şeyler pişmiştir,varoluş bir şekilde mümkün olmuştur,Ayla’nın uzattığı budur.
Filmi sıkıcı,tatsız tuzsuz bulduklarını söyleyenler hiç de haksız değildir.Tatsız gerçeklerden söz ettiği için…Ne var ki bütün gücünü tam da o sıkıcılığından,tatsız tuzsuzluğundan almaktadır.Sinemayı sanat yapan şeyin can sıkıntısını atıp gevşemeyi sağlayacak bir şeyler izlemek olmadığını hatırlatmayı bir ödev gibi önüne koymuştur Yumurta.Sinema sevenlerin ve sinema tutkunlarının kendilerine çok şey verebilecek,çaba harcamayı karşılıksız bırakmayacak eşsiz bir hazine…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder