10 Ekim 2009 Cumartesi

SİNEMA ÜZERİNE YAZMAK

emeksineması

Uzun zamandır yapmayı düşünüp ertelediğim şey,sinema üzerine bir blog yapmaktı.Sinema benim için kadim bir tutkudur.Zaten son yıllarda ilgi alanım edebiyat ya da felsefi türden kitaplardan iyiden iyiye sinemaya kaymıştı.Webde sinema ile ilgili yaptığım aramalarda yaşadığım hayal kırıjlığı blog hazırlama düşüncemde önemli bir rol oynadı galiba.Arama yaptığımda karşıma indirme siteleri,online film izleme siteleri çıkıyordu hep."İndir..izle..online film izle..vizyondaki son filmler...bedava film.."Bu tür sitelerin google aramalarında ilk karşımıza çıkanlar olması,insanlarda tuhaf bir indirme hastalığı olduğunu gösteriyor.Hiç değilse bu sitelerde kayda değer bir içerik olsa!..Büyük çoğunluğu Amerikan,büyük çoğünluğu gişe ve sıradan filmler...Oysa sinemanın çok uzun bir geçmişi var,bu geçmişinde çok önemli yapıtlar ortaya koymuş ve kendini yedinci sanat olarak kabul ettirmiş bir daldır sinema.Ne yazık ki video devrinden bu yana eski cazibesini yitirmiştir.Sinema salonlarını  artık genelde kentli,orta sınıf ve sinemayı bir vakit geçirme aracı olarak gören sayıca az bir izleyici profili doldurmaktadır.Gerçi büyük kentlerde sinema festivallerinde dünya sinemasından seçkin örnekler yer bulmakta,hatırı sayılır kalabalık bir izleyici kitlesi tarafından festival programları takip edilmektedir.Ne var ki,bir zamanlar Perihan Mağden'in de dikkat çektiği gibi,festivaller sona erince o festivalsever kalabalığın yerinde yeller esmekte,Haneeke gibi seçkin avrupalı sinemacıların ara sıra salonlarımıza uğrayan filmleri çok az ilgi görmektedir.Ayrıca benim gibi büyük kentlere uzak bir kasabada yaşayan orta halli kişiler de,büyük şehirlerin imkanlarından mahrum yaşamakta.Geriye bir tek tv internet gibi seçenekler kalıyor.Ancak yine de sinemaya büyüsünü veren ortamdan uzak bir izleyicilik bu.Sinema,o karanlık salonlarda,film izleme dışında başka şeyle ilgilenmemesi gereken,büyük "beyaz" perdede doğmuş ve gelişimini sürdürmüştür.Kendi özdilinin idrak edileceği asıl yer,yine de bu karanlık loş salonlardır.Belki de tv dizilerinin iyi çekilmiş olsalar dahi gerçek bir sinemasal tat bırakmayışının nedeni
ortamla ilgilidir.Aynı şekilde önemli bir sinemacının diyelim ki Angelopus'un Ulris'in Bakışı filmini asıl ortamında değil de tv'de izlemişseniz filmin vasıflarına vakıf olma şansını büyük ölçüde ıskalamış olma ihtimaliniz büyüktür.
Böyle söylediğime bakılmamalı.Ben de sinemayı tv'den ya da divx formatında videolardan takip ediyorum.Ama yine de paylaşabileceğim çok özel anlar var.Belki de sinemanın bundan sonraki serüveninde onu ayakta tutacak şey,sinemadan duyduğumuz şaşkınlık,hayranlık,büyülenme ya da sevincimizi paylaşmak olacaktır.
   Ancak yakınmalarım yüzünden sadece ciddi sinemayı önemsediğim,ticari sinemaya hiç değer vermediğim sonucu çıkarılmamalı.Nereden gelirse gelsin,asıl önemsediğim şeyin sinema büyüsü dediğimiz tarif edilmesi güç paylaşılması kolay o şey olduğunu belirtmeme izin verin.Gerçek bir tutkunun,özenilerek yapılan şeyin,deneyim ve araştırmanın sinemayı sanat yapan asıl şey olduğunu söylemek istiyorum.Ne demeye çalıştığımı bundan sonra yazacaklarımda açık seçik ortaya koyabileceğimi ümit ediyorum.Blog yazmaktaki amacımın,hiçbir formata bağlı kalmaksızın özgürce yazmak.Bazen filmden,bazen yönetmenden bazen oyuncu ya da senaryodan söz ederek sinemanın tam olarak nerede,filmin hangi anında sanata dönüştüğünü araştırmak.
Sinema sevincimi bir nebze de olsa başkaları ile paylaşabilirsem ne mutlu bana...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder